Tevhid Yolumuz

Şüphesiz iman edenler; yani yahudilerden, hıristiyanlardan ve sâbiîlerden Allah'a ve ahiret gününe hakkıyla inanıp sâlih amel işleyenler için Rableri katında mükâfatlar vardır. Onlar için herhangi bir korku yoktur. Onlar üzüntü çekmeyeceklerdir.(BAKARA 62.)

Tevhid Yolumuz

TEVHİD İNANCI

 



TEVHİD İNANCI

Bu konu iman ve imansızlık noktasında bir dönüm noktasıdır. Yani tevhid inancının gereğine inanan kimse Müslüman, inanmayan ise kafir olmuştur. Tevhid inancını açıklayabilmek için önce “Rab” kelimesini doğru anlamamız gerekiyor. Rab lafzı Kuranı Kerim’de Allah lafzından sonra en fazla geçen bir kelimedir. Bu ifade Kur`an da tam 970 kez geçer.


 
İlk indirilen 30 surede “Rabb” ismi 80 kez geçtiği halde Allah ismi 20 kez geçmektedir. Şimdi diyebilirsiniz ki, “sen bize daha faydalı şeyler anlat. Biz bunlardan anlamayız.” Biz müslümanlar şuna inanırız ki Kuran`ı Kerim’de yer alan ifadelerin bir harfi bile boş yere indirilmemiştir. Nitekim Rabb kelimesinin de bu kadar fazla tekrar edilmesinin bir nedeni vardır. Peygamberimiz zamanında yaşayan Mekke toplumu insanları Allah’ın varlığına zaten inanıyorlardı. Ancak Allah’ı başkalarıyla paylaşmaya, ona işlerinde yardımcılar, ortaklar bulmaya kalkıştıkları için şirke, küfre düşmüşlerdi. Bakın Kuranı Kerim bizlere, cahiliyye insanlarının da Allah’a inandıklarını şu ayetlerde gayet açık bir şekilde ifade ediyor.
 
“Yemin olsun ki onlara, “Şu gökleri ve yeri yaratıp, Güneş’i ve Ay’ı buyruğu altında kim tutuyor?” diye sorsan, elbette “Allah” derler. O halde (Allah birdir demekten) nasıl döndürülüyorlar? (Ankebut:61)
 
De ki: “Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Yahut o kulaklara ve gözlere kim malik bulunuyor? Ve ölüden diriyi, diriden de ölüyü kim çıkarıyor? Bütün işleri kim idare ediyor? Hemen, “Allah” diyeceklerdir. Sen de deki: “O halde sakınmaz mısınız siz?” (yunus:31)
 
 Kuranı bizlere açıklayan tefsir alimleri, Kuranı Kerim’in nazil olduğu sıralarda, gerek müşriklerin, gerek Hıristiyanlar ve gerekse yahudilerin Allah’ın var olduğuna, her şeyi yarattığına, göğün ve yerin arasındaki bütün varlıkları denetimi altında tuttuğuna inandıklarını, ancak kendi putlarını Allah’a varmakta birer vesile kabul ettiklerini söylerler. Maalesef günümüzde de bir çok insan Allah’ın yaratıcılığınıkabul ederken; Allah’ın yeryüzündeki tasarruf hakkını yani bizlerin yaşama biçimini koyma ve denetleme hakkını reddederek şirke girmektedirler.
 
Allah nasıl ki yarattığı tüm varlıkların yaşama şeklini tespit etmişse, biz insanların da yaşam biçimlerini tespit etmiştir. Mesela Allah balığa sen suda yaşamak zorundasın, suyun dışına çıkarsan ölürsün, acıktığında da küçük ve hasta balıkları yersin, şayet zehirli yosunlardan yersen, yada mercan kayalıklarına yaklaşırsan onlara yem olursun, şeklinde bir yaşam biçimini münasip görmüş. Şayet bir balık tutar da karada yaşamaya kalkarsa İlahi irade buna hemen müdahale eder ve balık anında ölür. İşte Allah biz insanların da yaşam biçimlerini ve şeklini belirlemiştir. Cansız varlıklar ve hayvanlar bunu içgüdü sayesinde bilirken, biz insanların öğrenmesi ve uyması için Allah kitaplar ve peygamberler göndermiştir.
 
O halde bizler nasıl yaşayacağımızı, peygamberimizin yaşam tarzına ve Kurana bakarak öğrenmeli ve öğrendiklerimizi de yaşamalıyız ki, yevmi Kıyamette yüzümüz ak olarak cennete girelim. İşte bizler bu yaşam tarzına din adını veriyoruz? Kısaca herkes nasıl yaşıyorsa, yaşamış olduğu yaşam tarzı onun dini olmuştur. Allah cümlemizi Rızasına ulaşan ve cennetlik ameller işleyerek cennete girebilen kullarından eylesin. Kuranı Kerim’de İlah kelimesi putlar içinde kullanılırken, “Rabb” ismi kesinlikle putları ve tağutları (haddi aşanları) ifade için kullanılmaz. Bakara suresi 165.ayette “İnsanlardan bazıları da Allah’ı bırakarak bir takım putlara taparlar; onları Allah’ı sevdikleri gibi severler.”buyurulmaktadır. ayeti açıklayan Fahreddin Razi ayette geçen “onların” ifadesini müşriklerin kendilerine itaat edip, onlara itaat ettiklerinde Allah’ın haramlarını helal, helallarını da haram saydıkları başkanlarıdır” der. Demek oluyor ki bizlere haramı helal, helali de haram diye tanıtan ve bunu Allah’a ve Resulullah’a rağmen yapan herkes kendisini “ilah” ilan etmiş demektir. Dolayısıyla bunlara itaat edenlerde müşrik oluyorlar. O halde böylesi azgınların aldatmacalarına düşmemek için her müslümanın helali ve haramı bilmesi gerekmektedir.
 
Aynı ayeti M. Hamdi Yazır’da şöyle açıklıyor: “Bu ayet bize gösteriyor ki “ilahlık” manasında son derece muhabbet esastır. Mabut en yüksek derecede sevilen zat demektir ve böyle son derece sevilen şeyler ne olursa olsun mabut edinilmiş olur. Sevmenin hükmü ise itaattir. Her insanın gidişatında, ahlakında onun hareket prensibi onun ilahıdır. İnsanlar tarafından böylesi sevgiyle ilahlık payesi verilen şeyler o kadar çoktur ki bir taş, bir maden parçasından, bir ot, bir ağaçtan tutun da, gök cisimlerine, ruhlara ve meleklere kadar çıkar. Hakikaten haşmet ve kuvvet, makam, ikbal ve güzellik gibi herhangi bir ümide sebep sayılan dilberler, kahramanlar, hükümdarlar gibi insanları Allah gibi seven ve onlar uğrunda her şeyi göze alan kimseler vardır. Reislerini ve büyüklerini Alalh’ı sever gibi sevenler ve onların Allah’ın emirlerine aykırı emirlerine itaat ederek, Allah’a isyan edenler, bu sevdikleri şeyleri Allah’a eş ve ortak koşmuş olurlar. Bu insan tüm bunları Allah için değil Allah gibi severler.”
 
Günümüz insanlarının yanlış yorumladıkları bir düşünce var. Deniliyor ki kim “Lâ ilahe illallah” kelimesini dili ile söylerse müslüman olur. Ölünce de doğru cennete girer, hayir cenneti kazanmak o kadar ucuz değil! Herşeyin bir bedeli olduğu gibi cennetin de bir bedeli var. Evet bu kelimeyi söyleyen kişi ilk anda müslüman kabul edilerek; canını ve malını korur. Fakat bu kelimeyi söyledikten sonra bu kelimenin içerdiği manayı bozacak her hangi bir harekette bulunursa yine eski haline yani küfür haline dönmüş olur ki islami istılahta bunun adı mürtedliktir. “Lâilahe illallah”’ın söyleyen kimseye fayda vermesi için aşağıdaki şartların gerçekleşmesi lazımdır.
 
İmam Vehb b. Münebbih’e soruldu: -Resulullah sav “Lâ ilahe illallah cennetin anahtarıdır” buyurmamış mıdır? İmam şöyle cevap verdi. –Evet fakat dişsiz anahtar olmaz. Dişsiz anahtar getirirsen kapıyı açamazsın. Kapıyı ancak dişli anahtar getirdiğin takdirde açarsın.”
 
Anahtarın dişleri ise aşağıda zikredeceğimiz “Lâ ilahe illallah” ın şartlarıdır.
 
 1- Manasını bilmek. Resulullah sav şöyle buyurdu: “Kim “Lâ ilahe illallah”ın manasını bilerek ölürse cennete girer” (Müslim)
 
 2- Şüphesiz ve şeksiz manasınıkabul etmek. “Allah’a ve Rasulüne iman eden ve sonra imanında asla şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla canlarıyla cihad eden kimseler ancak hakkıyla iman edenlerdir. Samimi olanlar da işte bunlardır. (Hucurat:15)
 
3- Bu kelimenin gerektirdiği manayı kalbiyle ve diliyle kabul etmek. Yalnız kalple bilmek iman için yeterli değildir. Dil ile ikrar da gereklidir. Peygamberimizin amcası Ebu Talip bunu biliyordu, fakat diliyle bir türlü ikrar etmediği için bu nimetten mahrum kaldı. Yalnız diliyle yetinip kalbiyle bilmemekte münafıklıktır.
 
 4- Hareket, davranış ve yaşantıyı “La ilahe illallah”ın manasına uygun düşecek şekilde düzenlemek.
 
 “Hayır, Rabb’ine andolsun ki aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip sonra haklarında verdiğin hükümden dolayı içlerinde bir sıkıntı duymadan kendilerini tamamen teslim etmedikçe iman etmiş olmazlar. (Nisa:65)
 
“Onlara soracak olursan: “Biz andolsun ki eğlenip oynuyorduk” diyecekler. Allah’la, ayetleriyle ve rasülüyle mi alay ediyorsunuz? Özür beyan etmeyin. İnandıktan sonra küfre girdiniz.” (Tevbe:65-66)
 
Bu kimseler Rasulullah sav zamanında yaşadıkları halde iman etmelerine, namaz kılmalarına, oruç tutmalarına, haccetmelerine rağmen sırf bir söz yüzünden Allah onları tekfir etmiştir.
 
 5- Yalanlamayıp kalbiyle ve diliyle tasdik etmek.
 
 “İnsanlar sadece iman ettik demekle bırakılıp imtihan edilmeyeceklerini mi sanıyorlar? Doğrusu biz onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette sözüne sadık olanları bilir. Ve elbette yalancıları da bilir. (Ankebut:2-3)


 
6- İhlaslı olmak. Yapılan bütün amelleri sadece Allah rızası için yapmak ve şirkten temizlenip uzak kalmak.
 
“Oysa onlar doğruya yönelip her türlü şirkten temizlenmiş olarak (yani ihlaslı olarak) Allah’ın dininde O’na kulluk etmek, namazı kılmak ve zekatı vermekle emrolunmuşlardı. Dosdoğru olan dinde budur. (Beyyine:5)
 
7- Bu kelimeyi ve bu kelimenin gösterdiği yolu ve bu yolda yürüyenleri sevmek, bu kelimeyi kötü görüp gösterdiği yoldan başka yollara sapanları ise sevmemek, onları yakın dostlar edinmemek.
 
“İnsanlardan bazıları, Allah’tan başka varlıkları O’na eşler koşarlar. Onları Allah’ı sevdikleri gibi severler. Müminler ise en çok Allah’ı severler.” (Bakara:165)
 
 Tüm bu şartlara uyarak bu kelimeyi söyleyen kişi ancak cennete girebilecektir. Bundan gayrısı lâfı güzâftır.İslam sıfatına gerçekten haiz olabilmemiz için bu nizamı gerçekleştirmeye çalışmak, bu yolda çaba harcamak zorundayız. Bu da ancak “Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed’de O’nun kulu ve Resulüdür.” Şeklindeki şahadetle gerçekleşir. Bu şahadet ise Allah’ı tek ilah kabul etmek, nizam koyma hakkını yalnızca O’nda görmek ve Allah Rasülünün O’nun katından getirdiği bu nizamı gerçekleştirmeye çalışmakla ayakta durabilir. Cenabı Hak Kuranı Kerim’de yahudi ve hırıstiyanlardan bahsederken şöyle buyuruyor:
 
“Onlar Allah’ı bırakıp, hahamlarını, papazlarını (din adamlarını) ve Meryem oğlu Mesih’i Rabb edindiler. Oysa tek olan Allah’tan başkasına ibadet etmemekle emrolunmuşlardı. Ondan başka ibadete layık ilah yoktur. Allah koştukları şeylerden münezzehtir. (Tevbe:31)
 
 Yahudi ve Hıristiyanlar haham ve papazlarına doğrudan tapmıyorlardı. Yani onlar siz bizim ilahımızsınız demiyorlardı. Sadece kanun koyma hakkını Allah’ta değil de onlarda görmüşler, hayatları için teşri’ yolunda kanun koyma hakkını onlara tanımışlardı. Peygamberimiz bu ayeti okurken, o zamanlar Hıristiyan olan Adiy b. Hatim “Onlar haham ve papazlarına tapmıyorlar” dediğinde Peygamberimiz “Evet, tapıyorlar. Çünkü onlar helali haram, haramı da helal kılıyorlar onlara. Onlar da bunu kabul edip buyruklarına tabi oluyorlar. İşte onların din adamlarına ibadeti budur.” Buyurdu. Bu din, insanın yeryüzünde kullara kul olmaktan, aynı zamanda kullara kul olmanın bir başka türlüsü olan nefsin aşırı arzularına boyun eğmekten kurtuluşunu belirten cihana şamil bir bildiridir. Bu da uluhiyyet yetkisini insana dayandıran her düzene karşı direnmektir. Çünkü hükümlerin son mercii insan olan ve otoritenin kaynağı olarak insanı alan her rejim Allah dışında insanların birbirlerini Rabb edindikleri bir beşeri ilahlaştırma rejimidir. Peygamberimizin şeriatta ve hükümde bir takım kimselere uymanın insanı dinden çıkaran bir kula tapma olduğu ve bunun insanların birbirlerini Rabb sayması demek olduğu şeklindeki ayeti tefsiri bunun kesin bir delilidir. İslam toplumu, Allah’ın şeriatını kendine kanun edinmediği halde kendilerine “müslüman sıfatı yakıştırmış olan insanların teşkil ettiği toplum değildir. Cahiliyye toplumu bazan ulu Allah’ın varlığını inkar etmeyen, fakat O’nu yeryüzü egemenliğinden azlederek yalnız göklerdeki egemenliğini onaylayan, böylece hayat düzeninde O’nun şeriatını onaylamayan ve insan hayatı için değişmez olduğunu buyurduğu değerleri geçerli saymayan, havralarda, kiliselerde ve mescitlerde ibadet etmeyi insanlara serbest bırakırken sosyal hayatta Allah’ın şeriatının hükmetmesini yasaklayan bir toplum olarak da karşımıza çıkabilir. Bu toplum böylece Allah’ın yeryüzündeki hakimiyetini ya inkar etmekte veya askıya almaktadır. Oysa ulu Allah şu ayeti kerimeyle hakimiyetinin kesinliğini bildirmektedir.
 
 “O, gökte ilah, yerde de ilahtır.” (zuhruf:84)
 
Allah’ın yöneticiliğini göğe has kılıp yeryüzünü O’nun siyasetinden uzak tutmak tevhidi siyasiye aykırıdır. Allah’tan başkasına mutlak anlamda hükmü, teşriîyi (şeriat koyma) tahsis etmek, o şeriatın sahibini Allah’a ortak koşmaktır.
 
“Yoksa Allah’ın izin vermediği dini (konularda) onlar için yasalar koyan ortakları mı vardır? (42/21)
 
Allah’ın hükmü dururken Allah’tan başkasının hükmüne uyan Allah’ı inkar etmiş, tağuta iman etmiştir. Allah’ın hükmüne karşı gelmek, O’nu kabullenmemek, ya da O’ndan başkasının hükmü O’nun hükmüne tercih etmek Allah’ın rububiyyetini inkar etmek demektir. İsterse bu kimse Allah’ın varlığına, birliğine, yaratıcılığına, ahirete ve daha inanılması gereken birçok şeye inansın, bu böyledir. İblis başka değil sadece Allah’ın hükmüne razı olmadığı için kafir olmuştur.
 
“Tağutu inkar edip Allah’a inanan kimse kopmak bilmeyen sağlam bir kulpa yapışmıştır.” (Bakara:256)
 
Allahu Teala’nın bu ayette açık bir şekilde ifade ettiği gibi iman etmeden önce tağutun reddedilmesi gerekir. Bu “Lâ ilahe”nin manasıdır. Ondan sonra Allah’a iman edilmesi gerekir. Bu da “İllallah”ın manasıdır. Tağut insanoğlunun ilahlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut insanla Allah arasına gerilen şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Tabiin alimlerinden Şabi, Ata, Mücahid tağutu şöyle tanımlar: “Şeytan, kahin ve sapan ya da saptıran her önder.” Ahfeş’te “Tağut putlardan, insanlardan ve cinlerden olabilir. Küfürde ileri giden ve haddi aşan her önder ve liderdir.” Der.
 
“Cibt’e ve tağuta iman ediyorlar. (Nisa:51) “Oysa kendilerine tağutu inkar etmeleri emredilmişti” (Nisa: 60)
 
gibi ayetlerden anlaşılan şu ki: tağutu inkar etmeyen Allah’a iman etmiş olmaz. kişi neye ibadet ediyorsa ona teslim olmuş, neye teslim olmuşsa ona kul olmuş demektir. Kuranda nehyedilen Rablik Allah’a mahsus olan bir sıfatı O’nun dışında başkalarına vermek demeye gelen Rabliktir. Allah’tan umma ve korkma hali bulunmayan bir kimse iman etmiş olmaz. Keza Allah’tan başka bir kimseye sevabını umarak ve gazabından korkarak itaat eden kimse ona ibadet etmiş sayılır. (Beş Eserden) sevgi, korku ve ümit üçü birden yalnız Allah için duyulur.Eğer bu üç his Allah’tan başkası içinde duyulmuşsa o şey Allah’a eş koşulmuş demektir. Bu gün bazı şarlatanlar bilmeyi inanmak zannederek ikrarsız, tasdiksiz ve amelsiz iman olacağını vehmediyorlar.Eğer iman amelsiz, tasdiksiz ve ikrarsız yalnız bilgiyle mümkün olsaydı, Kuran yüklenmiş tüm bilgisayarlar mümin olurdu. Bir ağaç düşünün; kökü var, gövdesi var, dalları var ancak meyvesi yok. Diyeceksiniz ki, odun olur. Evet odun olur, işte o kadar. İmanın gayesi vicdanda yada fikirde hapsolmak değil hayatı değiştirmek ve güzelleştirmektir. Diyelim ki siz işçisiniz, işinizi iyi biliyor ve çalışmanız gerektiğine de inanıyorsunuz. Üstelik bunu dilinizle de ifade ediyorsunuz. Ama bütün bunlara rağmen işe gitmiyor, çalışmıyorsunuz. Ay sonunda ücret için sıraya girmeye hakkınız var mı? Eğer girerseniz, bu tavrınız “çalışanlar enayidir” anlamına gelmez mi?Eğer size ücret verilirse bu büyük bir zulüm ve adaletsizlik olmaz mı? Diyebilir misiniz ki, ben her ne kadar çalışmasam da mesleğimi iyi bilirim, çalışmam gerektiğine inanır ve bunu her yerde de ifade ederim, o halde bu ücreti almayı hak ettim.
 
“İnsanlar yalnız iman ettim demekle, hiç denenmeden bırakılacaklarını mı sandılar? (29/2) “Yoksa siz sizden öncekilerin başından geçenler sizin de başınızdan geçmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? (Bakara:214)
 
Allah’a inandığını söylediği halde O’nun emirlerini yapmayanın durumu şu askerin durumu gibidir. Komutan kendisine hayati önemi olan bir planı verdikten sonra yerine getirilmesi için gerekli emirleri de vermiştir. O planın doğru olduğunu bilen, buna kalbiyle de inanan ve diliyle komutanın emirlerine uyacağını taahhüt eden bu adamın, verilen emir ve talimatların hiç birini tutmamasının iki sebebi olur: ya inanmamıştır, ya da inandığı halde zaafları yüzünden emri aksatmıştır. İki halde de cezaya çarptırılır. Birinci durumda inanmayanların cezasına, ikinci durumda da asilerin cezasına. Bu noktada imam Ebu Hanife’nin şu tespitini aktarmak yerinde olur: “Allah Teala mümine ameli, kafire imanı, münafığa da ihlası farz kılmıştır. İnsan kimin emirlerine uyuyor, kimin koyduğu hükümlere baş eğiyor ve kimin çizdiği yoldan gidiyorsa, ona ibadet ediyor demektir. Kuran bitkilerin, ağaçların, ayın ve güneşin, kısaca evrendeki varlıkların büyüklenmeden tek bir Allah’a ibadet ettiklerini söylerken kuşkusuz onların namaz kıldıklarını, oruç tuttuklarını, haccedip, zekat verdiklerini söylemek istemiyor tüm bu varlıkların kendilerine “vahy” ettiği “kitabının” hükümlerine uyduklarını demek istiyor. Kuran insanlara hükmedenlere de zaman zaman rabb adını verir. “Melik “onu bana getirin” dedi. Elçi kendisine geldiğinde
 
 “rabbine dön, ellerini kesen kadınların durumu neydi sor ona, doğrusu Rabbim onların düzenini çok iyi bilir” dedi.” (Yusuf:50)
 
 Ayetin açıkça ortaya koyduğu gerçek, Mısır Melikinin “kul”u olan elçinin, meliki rabb edinmiş olduğu, oysa Hz. Yusuf’un Rabbının ise Allah olduğudur. Aynı ayette rabb kelimesinin iki kez kullanıldığını ve Allah’a kul olanların Rablerinin Allah, Allah’ın dışındakilere kul olanların Rablerinin ise, kulluğunu yaptıkları kişiler olduklarını kolayca anlayabiliyoruz. İnsanları Rab edinmenin niteliğini ise Tevbe suresi 31.ayette değinmiştik. Önce islama gelin, her şeyden önce onun hükümlerine teslim olduğunuzu ilan edin! Ama böyle bir toplum oluşup varlığını ortaya koymadan fıkıh ve düzenleyici ahkam alanında yapılacak her şey kendini aldatmaktan ve havaya tohum saçmaktan ibarettir. Oysa havadaki tohumların büyüme imkanı olmadığı gibi boşluktaki islam fıkhının da tutması, gelişmesi imkansızdır. Cahiliyye toplumlarının islam düzenine geçmesine tek engel, hakimiyetin Allah’a ait olmasını istemeyen tağutların varlığıdır. Dükkanımıza “Lâ ilahe illallah” levhası asıyoruz, evimize ve arabamıza takıyoruz. Hatta tarikata girerek günde birkaç defa değil, binlerce defa “Lâ ilahe illallah” diye tesbih çekiyoruz. Peki ama asrı saadet müslümanlarına işkencenin en dayanılmazını yaptıkları gibi bize niye kimse bir şey yapmıyor. Diyebilirsiniz ki bunun hiçbir faydası olmaz mı? Olur. O da şu: Susadığınızı düşünün suyun başına geliyorsunuz, suyu avuçluyor ve ağzınıza alıp bırakıyorsunuz. O su sizi ne kadar ferahlatırsa, o derece faydalanırsınız. Şimdi bizler “Lâ ilahe; ilah yoktur” derken, neyi reddediyoruz? Zamanımızda ne Nemrut var, ne Firavun ne de Ebu Cehil var. Öyleyse tevhidi okuduğumuzda bir şeyi reddedip, Allah’ın varlığını kabul ettiğimizi ilan ediyoruz? Neyi reddediyoruz? İşte bunu öğrendiğimiz ve mücadelesi yaptığımız zaman değil evlere, arabalara asmayı, zamanın Firavun ve Ebu Cehilleri O kelimeyi kalbimizden bile söküp almaya çalışacaklardır.
 
 İmam Kurtubi tefsirinde: “Küfre rıza küfürdür. Masiyete rıza masiyettir.” Diyor. Molla Hüsrev, siyerül Ecnas’ta: “Şayet bir kimse kelime-i küfrü konuşsa ve bir cemaatte o konuşanın sözünü kabul eylese o cemaatin hepsi kafir olur.” El-Muhit adlı kitapta şu meseleden fazlasıyla bahsedilmiştir: “İnsanlar küfür kelimesini söyleyen kimseye hiçbir şey söylemeyip, küfür kelimesini konuştuktan sonra mecburiyet yokken onun yanında otururlarsa, küfre iştirak etmiş olurlar.” (Fıkhı Ekber Şerhi)
 
 İlah hakkında Abdülkadir Geylâni’nin bir tespitini dinleyelim. “Allah’tan başka her kime itaat ediyorsan, o senin ilahın olur. Kimden korkuyor ve kimden kurtuluş diliyorsan, onu ilah seçmişsin demektir. Zarar ve menfaati kimden biliyorsan, o senin bir ilahındır. Ey kalbi ölü olanlar, Ey sebepleri Allah’a ortak koşanlar, Ey güç ve kuvvetlerinin putlarına tapanlar. Geçim kaynaklarını, mallarını ve memleketlerinin sultanlarını putlaştıranlar. Kim zarar ve menfaati Allah’tan değil de başkasında görüyorsa onun kuludur. (Fethü’r Rabbani) Şimdi de bir başka tasavvuf ehlinin açıklamalarına kulak verelim: “Merhamet edenlere, Rahman olan Allah’ta rahmetiyle muamele eder. Yerdekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin.” (Buhari-Müslim) bu hadisi şerh ederken Sadreddin Konevi diyor ki: “Tabii şekillere, kanun ve nizamlara yani beşeri sistemlere muhalefet edin ve karşı gelin. Ancak bu sayede yüceler semasının yani göğünün mertebelerinden ve tabakalarından külli ve ilahi olan ruhumuzun taşan feyizleri üzerimize aksın.” Eğer bir kişi Allah’tan başka kimsenin gücünün yetmediği bir şeyde ister melek, ister nebi, ister veli olsun, bir mahluku yardıma çağırır veya ona sığınırsa müşrik ve kafir olur. Dilerseniz bir başka tasavvuf ehlinin, yaralatılmışlardan yardım isteme hakkında söylediği şu sözlere kulak verelim: Ebu Yezid’i Bistami’den gelen haberde: “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, boğulmuş birisinin, boğulmuştan yardım istemesi gibidir. Allah Teala buyuruyor ki “Hatırla o vakti ki, siz Rabbinizden yardım istediniz, O da size yardım edip, icabet etti” Allah bu ayette yardım istemenin kendisinden olacağını açıklar. Şeyh Ebu Abdullah Kureşi’de der ki: “Yaratığın yaratıktan yardım istemesi, tutuklunun tutukludan yardım istemesi gibidir.” Şimdide ayetlerle müslüman nasıl olmalıdır, ona değinelim.
 
Müslüman Hz. Muhammed sav’den başka birini hakem olarak kabul etmeyen (Nisa:65), hakimiyyet hakkını sadece Allah cc’ta gören (Yusuf:40), hiçbir cahili hükmü kabul etmeyip itibar etmeyen (Maide:50), emredici olarak Hz. Allah’ı tanıyan (Araf:54), Siyonist güçleri dost, veli, emir kabul etmeyen (Maide:11), tanrı ismini paravana ederek o isimle Allah’a cc dua etmeyen (Araf:180), tağutun önünde muhakeme olmayı reddeden (Nisa:60), islamın dışında kalmış bir yolla islama hizmet etmeyen (Ali İmran:85), helal ve haram kılma yetkisinin sadece Allah’a cc ait olduğuna inanan (Tevbe:31), tağutun yolunda savaşanlarla savaşan (Nisa:76), Allah Rasulüne muhalefet eden hiçbir ferdi ve topluluğu sevmeyen (Mücadele:22) kişidir.
Tüm bu anlatılanlardan sonra anlattıklarımızın özeti olarak şöyle diyebiliriz: Düşündüm, anladım, kalbimde kabul ettim ve dilimle söylüyorum ki; Allah’tan başka ilah yani güç yani sonsuz iktidar sahibi yani kainat ve içindekiler için yasa koyan ve kendisine kulluk edilen bir başkası yoktur; ve Allah’a rağmen ben varım diyen varsa onu inkar ediyor, ona isyan ediyor, onu tanımıyorum. Allah’tan başka kainat nizamını elinde bulunduran bir başkası yani bir ilah yoktur. İçimde putlaştırdığım makam, ideoloji, parti, ilke, hizip, kadın, erkek, evlat, sanatkar, sporcu, loca, kulüp, önder, şef, ilahlarının tamamına Lâ deyip inkar ederek, kalbimi ve düşüncemi, ruhumu ve bedenimi, elimi ve dilimi illallah deyip Rabbimin emrine veriyorum. Ondan başkasını güç tanımaya vesile olacak herşeyi Lâ deyip kenara itiyor, Onu yani Allah’ı tek ve biricik güç ve hakim tanıyarak illallah diyor, bağlanıyorum. Bağlandığıma dair söz ve biat ediyorum ki, bütün kainat zerrecikleri şahid olsun.

 

Selam ve dua ile


Bugün 6 ziyaretçi (22 klik) kişi burdaydı!


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol